Atatürk, genel eğitime önem vermesinin paralelinde din eğitimine de önem vermiştir. Din eğitimini, milli eğitimin ilk hedefleri arasına almakla kişilerin dinini, diyanetini öğrenmek mecburiyetinde olduğunu belirtmiş ve okulları bu eğitimin tek yeri olarak göstermiştir. O, bu konuda şunları söyler:
“Müslümanların toplumsal hayatında hiç kimsenin özel bir sınıf olarak varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini hükümlere uygun hareket etmiş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz. Her kişi dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur.”32
3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türkiye’deki bütün eğitim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Bu kanunun din eğitimi ile ilgili 4. maddesi aynen şöyledir:
Madde 4- Maarif Vekaleti yüksek diniyat mütehassısları yetiştirilmek üzere Darülfünun’da bir ilahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemat-ı diniyyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler kuşat edecektir.
Atatürk, bu kanun çıkmadan önce, 31 Mart 1923 günü İzmir’de yaptığı bir konuşmada yüksek din eğitimi görmüş din bilginlerinin yetişmesini istemiş ve şöyle demişti:
“Milletimiz ve memleketimizin irfan ocakları bir olmalıdır. Bütün memleket evlatları aynı surette oradan çıkmalıdır. Fakat nasıl ki her alanda yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lazım ise, dinimizin felsefi gerçeğini araştırma, inceleme ve öğretme bakımından ilmi ve fenni kudrete sahip olacak (güzide ve hakiki ülema-yı kiram) seçkin ve hakiki alimleri yetiştirecek yüksek müesseselere malik olmalıyız.”33
Bir defasında Meclisi açış konuşmasında eğitimi yaygınlaştırarak köylüyü de eğitmenin gereğini şöyle vurgular:
“Efendiler! Yüzyıllardan beri milletimizi yöneten hükümetler, maarifi yaygınlaştırmak arzusunu açıklaya gelmişlerdir. Ancak bu arzularına erişmek için Doğu’yu ve Batı’yı taklitten kurtulamadıklarından, sonuç milletin cehaletten kurtulamamasına müncer olmuştur.
Bu hazin gerçek karşısında bizim takibe mecbur olduğumuz maarif siyasetimizin ana hatları şöyle olmalıdır: Demiştim ki, bu memleketin sahibi ve hey’et-i içtimaiyemizin unsur-ı esasisi köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar nur-ı marifetten mahrum bırakılmıştır. Binaenaleyh bizim takip edeceğimiz maarif siyasetinin temeli, evvela mevcut cehli izale etmektir. Teferruata girmekten ictinaben, bu fikrimi bir kaç kelime ile tavzih için diyebilirim ki, alelıtlak umum köylüye, okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlaki malumat vermek ve a’mal-i erbaayı öğretmek, maarif programımızın ilk hedefidir. Bu hedefe varmak, eğitim tarihimizde kutsal bir merhale teşkil edecektir.