Dini şahsi çıkarlarına ve menfaatlerine alet edenlere karşı olan Atatürk, gerçek din bilginlerini ise her zaman takdir etmiş, hizmetlerini övmüş ve onlarla övünmüştür.
Atatürk, 24 Eylül 1924 tarihinde Amasya’da, şerefine verilen bir ziyafetin sonunda, sözü Milli Mücadele’ye getirerek şöyle diyor:
“Efendiler! Bundan beş sene evvel buraya geldiğim zaman bu şehir halkı da, bütün millet gibi, hakiki vaziyeti anlamışlardı. Fikirlerde karışıklık vardı. Dimağlar adeta durgun bir haldeydi. Ben burada bir çok zevatla beraber, Kamil Efendi Hazretleriyle de görüştüm. Bir cami-i şerifte hakikati halka izah ettiler. Efendi Hazretleri halka dediler ki:
-Milletin şerefi, haysiyeti, hürriyeti, istiklali hakikaten tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak, icap ederse vatanın son ferdine kadar ölmeyi göze almak lazımdır. Padişah olsun, halife olsun, isim ve unvanı ne olursa olsun, hiç bir şahıs ve makamın mevcudiyetinin hikmeti kalmamıştır. Tek kurtuluş çaresi, halkın doğrudan doğruya hakimiyeti ele alması ve iradesini kullanmasıdır.
İşte Efendi Hazretlerinin bu yol gösteren va’z ve nasihatından sonra herkes çalışmaya başladı. Bu münasebetle Müftü Kamil Efendi Hazretlerini takdirle yadediyorum. Ve genç Cumhuriyetimiz, bu gibi ulema ile iftihar eder.”28
Bir başka konuşmasında da hakiki alimlerden şöyle bahsediyor:
“Efendiler! Bir fikri daha tashih etmek isterim. Milletimizin içinde hakiki ulema, ulemamız içinde, milletimizin bihakkın iftihar edebileceği alimlerimiz vardır. Fakat bunlara mukabil ilmi kisve altında ilmi hakikatlerden uzak, lüzumu kadar teallüm edememiş, ilim yolunda layıkı kadar ilerleyememiş, hoca kıyafetli cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız. Seyahatlerimde bir çok hakiki münevver ulemamızla temas ettim. Onları en yeni ilmi terbiye almış, sanki Avrupa’da tahsil etmiş bir seviyede gördüm. İslamiyetin hakikatlerine ve ruhuna vakıf olan alimlerimizin hepsi bu kemal mertebesindedir.29
Nitekim Atatürk’ün övgüyle bahsettiği müftüler ve din adamları ülkenin kurtulması için milli mücadelede de kendilerine düşen görevleri yerine getirmişlerdir.
Mondros Ateşkesi (mütarekesi,30 Ekim !918) sonrasında batı ülkeleri hemen ülkemiz aleyhine faaliyete geçmiştir. İç ve dış ihanet odakları el ele vererek anayurdumuz Anadolu, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlıların işgaline uğramıştır.
Böyle bir anda milletin ruhunda ve benliğinde mevcut olan direnme gücünü ateşleyen hocalar, müftüler, din adamları, Milli Mücadele fikrinin doğuşunda önemli bir faktör olmuşlardır. Ölüm kalım mücadelesinin ilk günlerinde halk Mustafa Kemal Paşa’nın da belirttiği gibi, “Hakiki vaziyeti alamamışlardı, fikirlerde karışıklık vardı, dimağlar adeta durgun haldeydi.” Pek çok din adamı gene Mustafa Kemal Paşa’nın ifadesiyle “hakikati halka izah ettiler… doğru yolu gösteren vaaz ve nasihatlerden sonra herkes çalışmaya başladı.”
Bu cümleden olarak İzmir’in işgalinden sadece 4 saat gibi kısa bir süre sonra düzenlediği mitingde; “işgal edilen bir memleket halkının silaha saldırılması dini bir görevdir” diyen Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin etrafında Denizli’ler hemen birleşmişlerdir.
Din adamları Milli Mücadele kıvılcımını ateşlemekle kalmadılar. Kimileri ellerinde silah beldelerini de korumuşlardır. Örneğin İsparta’da Hafız İbrahim Efendi DEMİRALAY, Afyonkarahisar’da da Hoca İsmail Şükrü ÇELİKALAY adlarında gönüllülerden alaylılar teşkil etmişlerdir.
Öte yandan hiçbir Müdafa-i Hukuk Cemiyeti yoktur ki, onun içinde veya başında bir din adamı bulunmasın. Bilindiği üzere TBMM bu ku-ruluşların üzerine bina edilmiştir. Yine Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Anadolu topraklarına ayak bastığında onu karşılayanların başında din adamları ön saflarda yer almışlardır.
Kısaca ilk direniş fetvasını veren ve örgütünü kuran Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’den, İzmir Valisi İzzet Bey’in Yunan işgaline karşı çıkmaması üzerine, “Vali Bey… bu sakalım kanımla kızarabilir, ama bu alına Yunan alçağını sükunetle selamlamış olmanın karasını sürerek huzuru ilahiye çıkamam” diye haykıran İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi, Mustafa Kemal Paşa’ya “Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir” diyen Müftü Hacı Tevfik Efendi’den Milli Mücadele’nin meşru olduğuna dair fetva veren M. Rifat Efendi ve daha niceleri, Mustafa Kemal Paşa’nın “Ya İstiklal Ya ölüm” parolası etrafında birleşmişlerdir.31
Atatürk, İstiklal Savaşı’ndan sonra da yaptığı yurt seyahatlerinde din adamlarıyla sohbet etmiş ve gerçek din alimlerini daima takdir etmiş, hizmetlerini övmüş ve onlarla iftihar etmiştir.